Taken (2008)

Yönetmen: Pierre Morel

Senaryo: Luc Besson & Robert Mark Kamen. Al bak, yine iki kişi yazmış senaryoyu. Yavrum siz dangalak mısınız? Bunun senaryosunu bir kişinin bile yazmasına gerek yoktu ki. Gidecektiniz, söyleyecektiniz senaryoyu "abi, ajan emeklisinin kızını kaçırıyorlar o da hepsini dövüp kızını kurtarıyor" diyecektiniz, çekeceklerdi filmi; yazılmasına hiç gerek yokmuş bence.
Luc! Lan Luc, ben inanıyorum aslında senin kafan çalışıyor. Angel-A filan iyiydi yani gayet, sırf onun hürmetine kayırıyorum seni. Arada saçmalıyorsun böyle ama olsun.

Oyuncular: Liam Neeson(herkesi döven adam), Famke Janssen(en az 40 kişinin ölümüne, 67 kişinin de babası tarafından kötürüm bırakılmasına neden olan kız), Leland Orser(hatırlayamadım bunun kim olduğunu, zerre umrumda değil ayriyetten)

Kullanıcı Yorumları:
Film adeta bok gibi.
Hiç unutmam, çocukken bir arkadaşımla sinemaya gitmiştim. Arkadaşımın abisi götürmüştü bizi. Mel Gibson'un Ransom adlı filmini izlemiştik. Film sinemada "Fidye" adıyla oynuyordu, televizyonda da 2693715 kez bu isimle gösterildiği gibi: hepiniz izlemişsinizdir. Filmi çok da beğenmeden çıkmıştık salondan. Yorumlarımızı alan arkadaş abisi o gün 7. sanata bakışımı değiştirdi. Hayatımın en önemli mesajını verdi, "konusu adından anlaşılan film boktandır!" dedi. 25 senelik hayatımda şu kaideyi bozacak istisnalar ile çok az karşılaştım.
Bakınız filmin ismine: TAKEN.

Aksiyon filmi zaten pek sevmiyorum, tür başlı başına basit geliyor. Ancak bence bu filmi aksiyonseverler de "bok" kelimesiyle anmalı.
Özetle filmi bir anlatayım: İşte, hafif orta yaşlı bir ajan emeklisi var. Polisiye Hollywood filmlerinin %80'inde olduğu gibi işi nedeniyle ailesine gerekli ilgiyi alakayı gösterememiş. Eşinden boşanmış; dolmuş gözlerle resimlerine, videolarına baktığı bir de kızı var. Sırf şu klişe filmin başında güldürdü beni.

Filmin ilerleyen dakikalarında Rambo eskisinin kızı Fransa'ya tatile gidiyor. Ve orada bir sürpriz gelişme oluyor: KIZ KAÇIRILIYOR! İzleyiciyi şoke eden bu sahnenin ardından emekli James Bond soluğu Paris'de alıyor. O coğrafyada geriye dövülmedik bir tek kızı kalana kadar herkesi dövüyor. Çok da garip huyları var bu adamın, onca aksiyona girerken yanına hiç silah almıyor mesela. Her gittiği yere silahsız gidiyor, çok mecbur kalırsa çıplak elleriyle öldürmüş olduğu adamlardan birinin silahını kapıp onu kullanıyor. Adam dayak atmayı hobi haline getirmiş, iki kurşunla vurup öldürünce tadına varamıyor.

Filmin sonunda oyun bossu geliyor, film bossu. Onunla biraz kapışıyorlar. Filmin sürpriz finalinde ise adam kızını kurtarıyor. Spoiler olmadı herhalde?

Bakıyorum imdb'ye, 73.781 kişi ortalama 7.9 oy vermiş. İnsanlara sırf zevklerinden ötürü küfür edecek değilim, inceden hakaret ederim ötesine geçmem. Hakareti kaldıramayan insanların "beğenmiyorsan izleme lan ibiş, sana mı sorucaz hangi filmi sevmemiz gerektiğini" demesini de anlayışla karşılayabilirim(döverim ama öyle ibişli filan konuşursan). Ancak bir yerlerde bir algı problemi var gibi. Ya birileri benim göremediğimi görüyor, ya kimse benim gördüğümü göremiyor.

Aksiyon sevmem dedim ama Taken'ı bu kadar kötülememin nedeni o değil; eşek değiliz yani objektifiz. Film dediğin bir sanat eseri ne olursa olsun. Bir sanat eserinin bölümleri, onu meydana getiren parçaları estetik uyumu oluşturmak zorunda ki başarılı olabilsin. Bu derece soyut bir durumu kelimelerle açıklamak çok kolay değil ancak bahsettiğim, bir animedeki çizgiler ile hikayenin birbiriyle uyumu gibi bir şey.
Mesela SinCity de bir aksiyon filmi, çizgi romandan aktarım ve çizgi romanın dinamiklerini taşıyor, film içindeki uyumun büyük bölümü çizgi romanından geliyor. Ancak filme bakınca karakterler arasındaki uyum, olaylardaki aşırılık derecesi, aksiyon sahnelerindeki estetik, ambians... tüm öğeleri birleşip ortaya seyri zevkli bir sanat eseri çıkarıyor. Bir örnek daha verirsek Indiana Jones serisi de bu özelliklere sahip, Indiana Jones karakteri ne kadar fantastik ise diğer karakterler de ona eşlik edebilecek gerçekdışılıkta. Filmin ambiansı, olaylar ve etkileri Henry Jones karakteriyle uyum içerisinde. Güzel filmler yani bunlar hep.

Ama Taken'a bakınca bu tip bir sanat anlayışından çok uzak. Kurban bayramında babanla koç seçerken yakına düşen bir göktaşı yüzünden kurbanlıkların mutasyona uğraması gibi bir şey bu film.
Film gerçekçi olmak zorunda değil. Gerçekçi bulmadığı için filmi sevmeyen adam benim gözümde bu tip filmleri seven adam kadar dangalaktır. Ancak demem o ki filmin tüm öğeleri aynı gerçekliğin kapsama alanında bulunmalı bence. Senin benim dünyamda en fazla 3 kişiyi dövebilen adam var, dahası yok. Eğer 10 kişiyi sille tokat deviren adam olacaksa, önce o adama göre bir başka dünya olacak. Uçan adam var ise gözlüğü takınca da tanınmayacak; hobbitler var ise orclar da olacak, nazgullar da...


Tabi biz neden buraya süper filmleri yazıp tavsiye etmiyoruz da oturup beğenmediğimiz film hakkında uzun paragraflar kaleme alıyoruz. Öncelikle milyon dolarlık bir sektördeki, milyon dolarlık adamlara hakaret edebilme imkanı buluyoruz. 50 tane senaryo yazıp göndersem birinin filmini çekmezler mesela; mındar diyoruz yani bir yerde.
Bir de düşünüyoruz ki, kötünün neden kötü olduğunu söylemeden iyiyi neye göre tayin edeceğiz. Bunu ben tek başıma yazdım ama nedense biz diyoruz. Öyle işte.

TORRENT Yuh! 17.000 küsür seed! Lan ben iki saattir şu filmin torrentini arıyorum da bulamıyorum, ayıptır ya. Zamanında cnbc-e'de "Pekin'de Polis Kontrolü" adıyla gösterilmişti. Ola ki filmi bilen, bulan, gören, indirebilen varsa haber vermesi rica olunur. Bu filme de on basar ayriyetten, tavsiye.
AlTYAZI

8 Comments:

Fatih Dayan said...

şöyle iki önermeden mantık yürütme yapalım:
1. konusu adından anlaşılan film boktandır!
2. Liam Neeson'ın rol aldığı filmlerin %95'i bomboktur.

demek ki Liam Neeson'ın oynadığı filmlerin konuları adlarından anlaşılabilir.

Veya iyi filmleri anlatarak kötü filmlerden insanları korumaktan daha kolayı kötü filmleri anlatmaktır. Hakikaten iğrenç filmler yapıyor ievlatları. Gidiyorum film kiralıyorum bir hevesle eve geliyorum ama adam iki saat boyunca kendi götünün görüntüsünü kaydetmiş film demiş ona.

Aslında kötü filmi izlemeden anlamanın ölçütlerini yazmak lazım, insanlığın iyiliği için.

Fatih Dayan said...

min jing torrent semalarında sıkıntı çekiyor sanki. ben de bulamadım merak ettim bi bakayım diye. rapidlerde filan yok. orijinalini bulacam artık. bulursam sana da yollarım.

Fatih Dayan said...

min jing SKERT! tuşuyla bulunamıyorsa hiç bulunamaz, matrikste bile yoktur.

Deli Profesör said...

Sırf sille tokat dalmanın bile bi anlayışı var sinemada hocam. Mesela Transporter serisi diyemem, yani sadece 2.sini derim. Çünkü diğerlerini izlemedim, Transporter'a da İzmir-İstanbul otobüsü içinde denk gelmiştim. Hani olay dayak ama işin içine böyle güzel bi mizah yedirmişler. Filmi tanıtırken de diyorlar peşinen bol bol güzelce dayak izleyeceksiniz diye. Zopa atmanın da sanatı olur, ama filmi baştan aşşağı tekmeye buladın mı taşşağa sardırmazsan seyirci seni sardırıyor.

J.R. said...

böyle SİK gibi filmleri neden izliyorsun cevval bey oğlum, izlemeden yazsana yazını. Luc görünce lök diye atladın tabi.

Cevval Portakal: said...

Film yoktu, Evren vardı. Evet çok açıklayıcı.

Âheste said...

ya ben diğer blogunu yazmanı özledim :(

Cevval Portakal: said...

Hocam, ben de özledim fakat o bloga devam etseydim tadının kaçabileceğini hissettim. Tıkanıyorum gibi geldi, güzelken güzel olarak kalsın istedim. Bakarsın gün gelir yeni bir start veririz, o ayrı tabi.

Yorum Gönder