High Noon (1952)

Yönetmen: Fred Zinnemann

Senaryo: Carl Foreman
John W. Cunningham ("The Tin Star" adlı
hikayenin yazarı)

Oyuncular: Gary Cooper, Grace Kelly, Thomas Mitchell, Lloyd Bridges, Katy Jurado, Otto Kruger, Lon Chaney Jr., Lee Van Cleef






Kullanıcı Yorumları:

"Hişş Carl dinliyon mu olm?... Alo?"

Bir süredir telefonun diğer ucundan sadece kalem hışırtısı ve nefes sesini müteakip sigara üfleme efekti
gelmekteydi. Peşinden belli belirsiz bir "Ha?" duyuldu.
"Şimdi de sizin ofise geliyolarmış lan."
Dumanı yeni çekmiş olduğunun ayrımına varamayan Carl Foreman "Hasiktir." demeye çalışıp öksürüğe boğuldu. Birden sıcak basmıştı. Kravatını çekiştirip gömleğinin düğmesini açmaya çalıştı.
"Hasiktir tabi. Sen
git CPUSA kongrelerine katıl, yerli yersiz bik bik et, olacağı buydu. Dedik sana ciddiye alma bu kadar diye. Sen değiştirecen dünyayı dimi mına koyim."
Canı hepten sıkılan Carl Foreman ay sonunu nasıl getireceğinin he
sabını yaptığı kağıdı bir kenara itti, ahizeyi telefona doğru götürürken "Tamam ben ofisi toparliyim biraz, görüşürüz sonra." diyerek kapattı.

Sandalyesini masanın yanındaki daktiloya doğru kaydırdı, üzerinde çalıştığı senaryoyu makineden çekip aldı ve buruşturdu. Masanın üzeri de buruşturulması gereken bir yığın kağıtla doluydu, içinden elinin tersiyle hepsini aşağı dökmek geldi. Kitapları toplamaya ve gözden ırak bir yere tıkıştırmaya başladı. O sırada okumakta olduğu dergi gözüne ilişti, bir sayfasını kıvırmıştı. Terini silip
arkasına yaslandı ve dergiyi kucağına aldı. John W. Cunningham'ın "The Tin Star" adlı hikayesi vardı sayfada. Yeniden okumaya koyuldu. Okudukça dudakları kıvrılmaya, yüzünün rengi geri gelmeye başladı. İlham falan gelmemişti kaderin bir cilvesi hiç değildi, ancak tesadüf de değildi bu. Yaşadıklarını yeniden kurgulamaya gerek yoktu, elinde tuttuğu yazı bu iş için gayet uygundu. Daktiloya yeni bir kağıt koydu ve hiç olmadığı kadar akıcı bir şekilde yazmaya başladı. İçeri kimin geldiğinin bir önemi yoktu, bir western senaryosu yazıyordu alt tarafı.

Uykusuz geçen iki günün ardından senaryo hazırdı ve yapımcı Stanley Kra
mer'a yollanmıştı. Stanley abinin ilk tepkisi olumluydu, piposunu yakarak "Beğendim bunu, fena olmamış." dedi ağzının kenarından.
"Eyvallah abi."
"Ama aksiyon dozu biraz düşük. Biraz daha ganfayt falan olsa hani?"
"John Wayne John Wayne konuşma abi gözünü seviyim."
Stanley abi omzuna dostça vurarak gülümsedi, "Tamam lan hehe. 750 bin dolar çıkar buna anca, daha kuruş yok valla. Olsa biliyon."

Ve United Artists stüdyolarında koşuşturmaca başlamıştı. Sahneler birbiri ardına çekiliyor, atlar kişniyor, silahlar birbiri ardına patlıyordu. Yine böyle bir günde, set mutlu ve coşkuluyken, yönetmen koltuğunda oturan Fred Zinnemann'ın yanına ıkına sıkıla g
elen Lee Van Cleef adlı genç serzenişlerde bulunmaya başladı.
"Bay Zinnemann... Bir mağruzatım olucaktı."
Zinnemann duymamazlıktan gelemedi. "Noldu L
ee?"
"Abi bi replik be, nolur be."
Zinnemann elini Lee Van Cleef'in omzuna koydu ve beraberce kalabalıktan uzaklaşırken bir yandan da babacan bir tavırla öğütlerde bulundu. "Bak Lee, bu daha kariyerinin başlangıcı. Böyle debut herkese nasip olmaz. Daha gençsin ve ilerde çok parlak bi kariyerin olucak. Şu sürekli yanında gezen iki molozdan çok daha yetenekli olduğun belli. Hem bütün filmde tek kelime etmemiş olmanın da ayrı bi karizması var, tipin de tam kötü adam tipi zaten. Cuk oturuyo."
Tatmin olmuşa benzemeyen Lee Van Cleef o gün Fred Zinnemann'a şarkı bile söyledi ancak filmde tek bir sözcük söyleme fırsatına erişemedi.

Belki de bu kötü olayların başlangıcıydı. Gary Cooper ülserden şikayet etmeye başlamıştı ve HUAC'tan gelen adamlar Carl Foreman'ı alıp götürmüştü. Kendisinden uzun süre haber alınamayan Carl Foreman saatler süren sorgulamalar, işkence dolu dakikaların a
rdından kara listeye alınmıştı. Kariyerinden edilen senaristleri için bir araya gelen oyuncular ve set işçileri, McCarthy karşıtı sloganlar atarak yürüyüş düzenledikten sonra olaysız bir şekilde dağıldılar. Üstelik film de bitmişti zaten, çekimler sadece 32 gün sürmüştü. Foreman döndüğünde büyük bir sevinçle karşılandı, o da etrafında toplanan sete hitaben bir konuşma yaptı.

"Size açıklamam gereken bir şey var arkadaşlar. Western filmi diye çektiğiniz bu film aslında gayet siyasi bi film, başınız yanabilir benim gibi." setteki coşku kaybolmuştu bile, "Filmin asıl hikayesini size anlatayım. Öncelikle filmin geçtiği kasabanın adı olan Hadleyville, Hollywood'un ta kendisi. Gary'nin canlandırdığı Şerif Will Kane karakteri de, ben ve benimle aynı akıbete uğrayan arkadaşlarımın alegorisi. Onlar nasıl McCarthy'nin kara listesine alınırken yalnız bırakıldıysa, kendi kariyerlerini kurtarma derdinde olan arkadaşları tarafından aleyhinde tanıklık edildiyse, katilin karşısına tek başına çıkmak zorunda bırakılan Will Kane de aynı şekilde kasaba tarafından yüzüstü bırakılıyordu. Yani burada katil Frank Miller, aslında Senatör McCarthy denen ibne oluyor."

O günden sonra Gary Cooper, "Ben de kara listeye alınmiyim şimdi la..." endişesiyle Carl Foreman'la arasına mesafe koyar. Hatta beraber film stüdyosu açma planlarını da, sette provokasyon yarattığını gerekçe göstererek iptal eder. İronik bi şekilde yalnız bırakılan Foreman, filmin galasında da tek başına oturur.


Siz de buyrun adamcağızın yanına oturuverin de filmi beraber izleyelim.













Spoiler Köşesi

Do Not Forsake Me, Oh My Darlin...

Bu sözler dilimize yapışıyor film başladığından itibaren. Hatta o kadar çok kişinin diline yapışmış ki, bu filmden sonra tema müziği iyi olmayan westernle
re insanlar burun kıvırmaya başlamışlar. Filmin başında şarkıyı duyan babam "Oo Kahraman Şerif mi?" diyerek yanıma koştu. Malumunuz babalarımızın dönemine Sergio Leone'nin spaghetti westernleri damga vurduğu için biz de westernsever bir neslin çocuklarıyız (zaten İtalyan filmleri ve çizgi romanlarının Türkiye'deki alt kültür üzerindeki etkilerinin iyice bi araştırılması lazım). Babam şarkı eşliğinde at süren Miller çetesini de tanıyınca dedim ki bu filmlerden etkilenip çok kovboyculuk oynanmış zamanında.

Bir western klasiği olan (ve ileride klişesi olacak olan) kötü adamların uzakl
ardan at sürerek geldiği, çetenin toplanma sahnesiyle başlıyor High Noon. Bu sahnede sinematografik güzellikler ve belki de film müziği tarihinin en önemli şarkılarından biriyle Lee Van Cleef görkemli bir giriş yapıyor beyazperdeye. Selamlıyoruz abiyi. Akabinde Grace Kelly'nin 'Kahraman Şerif'le evlendiği sahne geliyor ki burada Gary Cooper'ın kendisinden 30 yaş küçük bir kızla evleniyor oluşunun hiç önemi yok. Burada önemli olan yine şarkı. Şarkının sözlerinde zaten bunlardan bahsedilmişti filmin başında. Spoiler köşesinde yazmak istediğim ilk filmin High Noon oluşu da zaten bu yüzdendir. Şerifin evlendiği gün karısı tarafından terk edileceği, yine de cesaretini toplayıp gidip Frank Miller'la karşılaşacağı gibi bilgiler şarkıda verilmişti, fakat bunları bizzat bilmemiz istendiği için spoiler olmuyor haliyle. Artık filmde neler olacağını az çok biliyoruz, yüzyılı aşkın süredir anlatılan Will Kane ile Frank Miller'ın epik karşılaşmasını izliyoruz artık, hatta herkesin bildiği o meşhur High Noon balladını da koymuşlar. Filmi böyle algılamamız isteniyor ve bu hissiyatı film boyunca korumamız için müzikleri yapan Dimitri Tiomkin bütün filmde sadece bu şarkıyı kullanıyor.

Frank Miller'ın salıverildiği ve intikamını almak üzere öğlen saat 12'de trenle kasabaya gelmiş bulunacağı haberini aldıktan sonra, Will Kane'in adam toplamak amacıyla kasabayı kapı kapı dolaşmasını eşzamanlı bir biçimde izlemeye başlıyoruz. Kane kasaba halkı tarafından yüzüstü bırakılıyor, kimisi Miller'ın silah kullanmadaki becerisinden korkuyor, kimisi (Ronald Reagan'ın filmi 'beğenmemesine' sebebiyet vererek) adalet sistemine olan güvensizliğinden
canını boş yere tehlikeye atmak istemiyor. Burada Amerikan hükümetinin 2. Kızıl Korku döneminde aşırı sağcı Senatör Joseph McCarthy imzası taşıyan, belki de Hollywood'un ve Amerikan popüler kültürünün bugünkü içler acısı haline sebebiyet veren uygulamalarının metaforunu izliyoruz. Bu uygulamaları yürüten HUAC (House Committee of Un-American Activities, isme gel mına koyim), Komünist olduğu gerekçesiyle kara listeye aldığı yönetmenleri, oyuncuları, senaristleri büyük stüdyoların kapısından sokmamaktadır. Yürütülen soruşturmalarda işbirlikçilerin kariyerleri yükselişe geçerken, yalnız bırakılanların akıbeti sürgündür. Carl Foreman High Noon'u yazarken sanatçı kıyımı yapan katilin karşısında yalnız bırakılan meslektaşlarının halinden etkilenmiş, sonunda kendisi de Will Kane karakteri gibi aynı duruma maruz kalmıştır.

John Wayne filmi Amerikanlık anlayışına da, westerne de aykırı bulmuş. Aksiyon az olduğu için beğenmemiş. Bunun zevk meselesi olmadığını düşünsem de filmin zaten klasik western filmi olmak gibi bi derdi yok. Aksiyonkolikler gidip de bi yumruklaşmalı bi de en sonda silahların konuştuğu sahne dışında 'aksiyon' içermeyen High Noon'u tercih etmesinler zaten. Filmin başından sonuna kadar aklımızın bir köşesinde trende sürekli bize doğru yaklaşmakta olan katil imgesi var ve film Will Kane ile empati kurmamıza müsait bir tempoda ilerliyor. Filmin sonundan falan bahsetmişken nihayet spoilerımı verebildim bu arada. Evet filmin sonunda Frank Miller geliyor ve adamın meseleyi konuşarak halletmeye niyeti yok. Miller'ı görmeseydik de o aklımızdaki imgeyle kalsaydı daha mı iyiydi bilemiyciim, ama onu görmemizin nedeni Miller karakterinin aklımızda gereğinden fazla yer işgal edip Will Kane'in önüne geçmemesini sağlamak olsa gerek. Filmde herkes sıradan birer insan çünkü.

Verilebilecek bir spoiler kaldı onu da vereyim, Will Kane kazanıyor. İnsan için biraz fazla güzel olan Grace Kelly'nin de insan oluşu, tercih yapmak zorunda kalışı ve bir pasifist olmasına rağmen silah kullanmayı göze alışıyla oluyor bu.

Şimdi filmi indireceklere tavsiyem mutlaka renksiz olan orijinal versiyonunu indirmeleri, zira yönetmen Fred Zinnemann filmin Amerikan İç Savaşı dönemine ait fotoğraflar gibi görünmesini istediği için filmin renklendirilmesine sonuna kadar karşı çıkmış. Gerçi ölümünden sonra renklisini de yaptı keratalar. Mutlaka izleyin efenim, veya izlemeyin siz bilirsiniz.


Do not forsake me, oh, my darlin'
On this our wedding day.
Do not forsake me, oh, my darlin'
Wait, wait along

The noonday train will bring Frank Miller
If I'm a man I must be brave
And I must face that deadly killer
Or lie a coward, a craven coward
Or lie a coward in my grave.

Oh, to be torn 'twixt love and duty
S'posin' I lose my fair-eyed beauty
Look at that big hand move along
Nearin' high noon

He made a vow while in state's prison
That it would be my life or his'n
I'm not afraid of death, but oh
What will I do if you leave me

Do not forsake me, oh, my darlin'
You made that promise when we wed
Do not forsake me, oh, my darlin',
Although you're grievin'
I can't be leavin'
Until I shoot Frank Miller dead

Wait along, wait along...........

3 Comments:

Cevval Portakal: said...

deneme deneme börek

Cevval Portakal: said...

ee
ee
ee
dd
ee
ee
ee
ee
ee
ee
ee
ee

J.R. said...
Bu yorum yazar tarafından silindi.

Yorum Gönder