The Day of the Jackal(1973)

Yönetmen: Fred Zinnemann

Senaryo: Frederick Forsyth(kitabın yazarı bu esasen), Kenneth Ross

Oyuncular: Edward Fox(çakal rolünde bu), Terence Alexander(Lloyd'muş bu, filmi az önce izledim yine de hatırlamıyorum Lloyd kimdi, neciydi; imdb'den bakıp bakıp kopyalıyorum zaten buraya), Michael Auclair(Colonel Rolland'ı oynamış bu da... lan yanlış filmin oyuncularını yazıyorum galiba). Johnny Depp(Willy Wonka) lan lan!




Kullanıcı Yorumları:
"kullanıcı yorumları" çok saçma aslında. Yani, ingilizceden aktardık tabi "user comments" aslı, ama yine de saçma. Bir filmi izlemişleri "users" olarak adlandırmak tuhaf bence. Mikser mi lan bu!

Neyse filme geçeyim. Filmimiz bildiğiniz süper katil çakal hakkında, yine suikast göreviyle işe koyuluyor tabi. Buraya kadar klasik.
Ancak filmi ilginç kılan kısmı: Çakalın, Fransiltere Cumhurbaşkanı'nı öldürmekle görevlendirilmesi. Fransiltere çok fantastik bir yer, aynı Fransa gibi; Paris var, Nice var ama herkes ingilizce konuşuyor ülkede. Ülkenin bakanları toplanıyor böyle uzunca bir masanın etrafında, çatır çatır ingilizce konuşuyorlar birbirleriyle.
Kötü emellerini gerçekleştirmek üzere çakal bu diyara adım atıyor. Ve tüm gizli saklı alengirli insanlar gibi üstü açık, beyaz, gıcır gıcır bir Alfa Romeo ile ortalıkta dolanıyor(bkz: James Bond).

Çakal daha sonrasında bir takım karanlık bağlantılarını kullanarak kendine sahte pasaport, kimlik çıkartıyor. Boru gibi bir süikast silahı yaptırıyor...
Sonradan, 1997'de çekilen, Bruce Wills ve Richard Gere'in başrollerini paylaştığı versiyonda olan bitene yakın olaylar gelişiyor. O filmi de izlemişsindir artık, o kadar uzak olamazsın sinema dünyasına. Gerçi gidişatı benzer olmakla beraber iki film birbirinde çok farklı.
Mesela bu tanıttığım versiyonda daha fazla meme görünüyor, dikkatinizi çekmiştir ki Bruce Wills'in oynadığı filmde hemen hemen hiç meme görünmüyordu.

Neyse işte, ingilizce konuşan Fransiltere bakanları ve bir aile babası kılıklı müfettiş çakalın peşine düşüyorlar. "anam bak görüyor musun, adamlar nereleri araştırdı da ne bilgilere ulaştı, kurnaz gibiler şerefsizim" dedirtecek bir araştırma süreci başlıyor.

Çakal da tabi kendinden bekleneni yapıyor; kılık değiştiriyor, bir takım cinlikler, kurnazlıklar ile her daim izini kaybettirmenin derdine düşüyor.

Bu arada "cinlikler" yazınca aklıma geldi. Geçen gün kahvaltı ederken, sırf lokmamı çiğnerken bir yere bakıyor olmak için, dünyanın en iğrenç programlarından bir tanesini açtım(güzel çizgi film yoktu).
Bir sarışın kadın var, bir dindar kişilik var, bir psikolog, birkaç tane de angut; klasik stüdyo ortamı. İnlerden cinlerden bahsediyorlar. İslam mühendisi, "cin öyledir, cin böyledir" dedikçe sarışın kadın "üç harfliler diyelim, öyle konuşmayalım" şeklinde tırsar bir edayla düzeltiyor adamı.
Nasıl bir manyaklıksa benimkisi ısrarla izlemeye devam ettim. Sonunda islami şahsiyet parladı -"cindir onun adı hede hödö!" diyerekten. Peşinden sarışın kadın, -RTÜK yasağı var, biz "üç harfliler" diyelim, dedi.
-Nasıl lan?, dedim ben de kadına. Duymadı.

Kadından cevap alamayınca araştırdım, E.Ali Blog'ta şu yazıyı buldum. Galiba gerçekten de varmış böyle bir şey. Yayını denetlemekle görevli kurum, bir takım görünmez varlıkların size zarar vermesini engelleyecek kadar düşünceliymiş.
İroniden anlamayan zihinlere bir de şöyle açıklayayım: Görevi sizi ıslah etmek, kendilerince zararlı bulduklarına ulaşmanızı engellemek olan ve bu insanlık suçunu yerine getirerek sizin paranızı maaş adı altında cukkalayan bir grup sikli taşaklı adamlar, aynı zamanda işlerini gerçekliği göreceli bir takım ruhani söylemleri esas alarak yapıyorlarmış.
Sene 2009, kaptanın seyir defteri.

Sonra neden topluma karışmıyorsun oluyor. Ben karışmayalı ne acaip bir toplum olmuşsunuz lan siz, dingiller. 5 dakika televizyonu açtım şok oldum, bütün gün izlesem aklımı yitiririm herhalde.


Neyse işte, filmde artık final yaklaşıyor.
Cumhurbaşkanı, Fransiltere'nin Kurtuluş Günü kutlamalarında boy gösteriyor. Çakalın harekete geçeceği tahmin edildiğinden über güvenlik önlemleri alınıyor, başkanın gireceği kilisedeki papazların bile üstleri aranıyor, etraftaki polislere kadar herkes kontrolden geçiriliyor. Ancak çakalın ne kadar süper bir kılık değiştirme uzmanı olduğunu unutuyorlar ve Cumhurbaşkanı kılığına girmiş olduğunu son ana kadar farkedemiyorlar.
Cumhurbaşkanı kılığındaki çakal, halkın gözleri önünde kendini vuruyor ve görevini başarıyla tamamlayarak filmi bitiriyor.

Ben sinema tarihinde böyle ters köşe görmedim, şahane film.

TORRENT
Cuk oturan ALTYAZI


BUNA TIKLIYORSUN, YAZIYI OKUYORSUN►►►

Oldboy (2003)


Yönetmen: Chan-wook Park

Senaryo: Garon Tsuchiya(Burada birazdan anlaşılmak üzere ilginç bir durum var; bu adam hikayeyi yazmış), Nobuaki Minegishi
(Çizgi romanı yazmış), Jo-yun Hwang, Chun-hyeong Lim ve Chan-wook Park (screen play), Joon-hyung Lim (normal yazar), Tutsiki Koyama ve Anasının Amı (Gınaaaa)

Oyuncular: Min-sik Choi (gerçek isim), ya sokarım neyse bunlar teferruat. Asıl önemli olan filmin içeriği. Ben isim yazmayla bıkmam, sen okumayla bıkarsın. Okuyamazsın zaten.

Kullanıcı Yorumları:
Çok acayip bi film bu. On numaralığı izleyene göre değişir ama etkileyiciliği herkeste aynı şiddette olacaktır. Lan güzel film, şöyle:
---spoiler (birisi şu kelimeyi türkçeye çevirsin)---
Birileri bi herifi kaçırıyor, 15 yıl boyunca bir yerde alıkoyup sonra birden salıveriyorlar. Herif 15 yılını çalan heriflerden intikam almak için aranıp duruyor. Bu arada kafayı kırıyor ve içeride monte kristo kontu oluyor.
---kakam bitti---

Dün bi haber gördüm mesanede. Diyor ki Lindsay Lohan' ın evine giren hırsızlar seks kasetlerini çalmışlar kadının, ama paraya turaya dokunmamışlar. Bu haber öyle manalı öyle derin bir bilgi ki aklın durur. Adamlar muhtemelen bu sikş kasetlerini büyük paralara satacaklar. Min-sik Tiğimin insaları da bunları izleyarak ecakule olacaklar.

Aslında bütün konu bu. İnsanlığı kurtarmak için öyle aşırı karmaşık ütopyalar yazmaya, kurallar koymaya gerek yok. Çözüm şu, bir makina üreteceksin aşırı gerçek hologram oluşturacak, sinirlere de müdahale ederek hologram gerçekmiş gibi gösterilecek. Sonra yarı sanal yarı gerçek her erkek, istediği zaman Lindsay Lohan'la yatabilecek. Lindsay Lohan da istediği zaman Fatih Dayan'la yatabilecek. Tabi sadece Lindsay Lohan olmayacak; karakteri bilgisayara gireceksin o istediğini çıkaracak. Bu makinayı seri üretime geçireceksin sonra bedava her millete dağıtacaksın. Bundan sonra herkes kuru ekmeğe suya tav olurdu zaten. Bazıları makinanın içinde ölürdü filan. İnsanlık varını yoğunu bu makinayı üretmek için seferber etmeli bence.

Bi yere bağlayacağdım ne biçim uzadı konu. Neyse, sikşle aynı şekilde insanlık şiddete de aç. İçi boş sert şeylerin kırlırken çıkardığı ses haz verir insana. Mesela insan kafası. İşte adam filme bol bol kafa kırma kullanmış, göt tekmelemiş, bacak sokturmuş, dil kestirmiş, keser ve pense kullanmış. Ama hepsinin bir albenisi var. Öyle Cüneyt Arkın filmindeki şiddet sahneleri gibi de değil.

---yine spoylebilir, üstünüze sıçramasın---
Filmde şiddet göstermek için bahane oluşturmuş. Bahanesi de sikş. Motivasyonlar tamamen kin ve pişmanlık üzerine oturtulmuş. Anlayacağın duygusal olarak etkileyici film. Akli yaşı ufak tefek olanlar izlemesin, çok etkilenir öyle.
---spoyıldı---

Bitti.


BUNA TIKLIYORSUN, YAZIYI OKUYORSUN►►►

Network (1976)

Yönetmen: Sidney Lumet

Senaryo:
Paddy Chayefsky (Bu adamın da gerçek ismi Sidney'dir, yönetmen Sidney gelip bu böyle olmiycak senin ismin bundan sonra Paddy olsun demiştir)

Oyuncular:
Peter Finch (Son filmi olarak daha iyi bir tercih yapamazdı heralde, Oscar'ını alamadan ölen ilk oyuncu olmuştur), Faye Dunaway (İrrite kadın rollerini süper başaran sevimsiz insan), William Holden (Kwai köprüsü uçurmuşluğu var), Ned Beatty (Kabuslarıma girdin amca...)





Kullanıcı Yorumları

Uzunca bir aradan sonra yeniden karşınızda olmanın sevinci içerisindeyim sevgili sinema dostları. Biliyorum hepiniz iyi film arayışındasınız çünkü yokluğumda diğer yazar kişiler bu açlığınızı gidermekte yetersiz kaldılar. Bundan eminim çünkü baktım, bok gibi filmler yazmışlar. Ama merak etmeyin, boş durmadım ve bissürü baba film hazırladım sizler için. Ancak hepsini bir kenara bırakıp porno film review'ü yapmak istiyorum, filmin climax'inde kameranın neden adamın buruş buruş suratına döndüğünü eleştirmek istiyorum, güzide Doğu Avrupa pornosunun sektördeki içler acısı haline dem vurmak istiyorum fakat sayın Cevval beyefendinin ısrarı yüzünden bundan vazgeçtim. Sonunda bunun dünya sinema blogları adına dev bir adım, zincirleri kırarak sınırları aşacak büyük bir ilerleme olduğunu kabul etmiş gibi görünse de, hevesim kaçmıştı bir kere. Uzun süredir yazmıyor oluşumun bahanesi budur, asıl nedeni ise üşenmemdir. Omdb'nin böyle bir ilerlemeye hazır olmayışını görmek de bunda pay sahibidir. Yerinizde olsam browser'ımı kapar giderim. Zaten internet başında zamanını verimli geçirmeyi bilen modern bir insan gelip de bizim spoiler dolu saçmalıklarımızı okumakla vakit öldürmez, film isimlerine bakar, yazıya şöyle bir göz gezdirir, olumlu şeyler gözüne çarparsa başka kaynaklara bakar, merak uyanırsa da gider alttaki torrent linkine tıklar indirir izler. Ama düşünsenize uzun uzadıya bir porno film eleştirisi bulduğunu, filmin yapım aşaması hakkında bilgiler içeren, üstelik spoiler korkusu olmadan okuyabileceği bir yazı. Ben bundan ötesini düşünemiyorum, bulan varsa bildirsin onu deneyelim.

Bu serzenişimden dolayı özür dilemekle beraber, bunu bir köşe yazarı gibi diğer yazarlara sataşmak eğlenceli geldiği için yaptığımı belirtmek istiyorum. Umarım diğer kişiler de karşılık verir ki ilginç olur. Uzatıp bokunu çıkarmamak lazım ama. Sonuçta gördüğünüz gibi böyle dravdan bir blogda bile kapalı kapılar arkasında ne hinlikler planlanıyor. Tıpkı birazdan anlatmaya başlayacağım filmde olduğu gibi. Yalnız bu filmden bahsetmek bir hayli zor muhtemelen sıçıcam, çünkü yazılarımda satiristlik taslamak gibi bir gaye edinmiş bulunmaktayım ki bu sefer karşımdaki film bana "yiyosa" der gibi bakıyor.

Yok abicim... yemedi.

Spoiler Köşesi

Aslında bir yandan da filmin muazzamlığını ifade biçimim oldu bu. Kendimi feda ettim bir bakıma, bunu da Sidney Lumet abim hatrına yapmadım. Bu adamın beyaz perdeyi, CRT monitörü, LSD ekranı tiyatro sahnesine çevirmek gibi bir süper gücü var. Böyle dedim diye sıkıcı gelmesin, zira gelmemeli. Filmin güzelliklerinden birer birer bahsetmek sıkıcı asıl, zaten film alacağı övgüyü almış, ortalığı yarmış atmış.

Şimdi şöyle bir durum var; UBS adlı televizyon kanalı rating bazında rakiplerinden geri kalmış, artık yaşlanan ve itibarını yitiren enkırmenleri Howard Baile'in işine son vermek zorunda kalmıştır. İşini çok seven Baile duruma aşırı tepki göstererek haber müdürüne şakayla karışık "canlı yayında silahla beynimi dağıtıcam" der, lakin aynı şeyi ana haber bülteninde tekrarlayınca şirkette kıyamet kopar. Ancak ratinglerin bir anda fırlaması ve Baile'in kendine bir hayran kitlesi oluşturmaya başlaması üzerine, artık tam anlamıyla delirmiş olan adamcağızın her akşam haber bülteninde kafasına göre saçmalamasına göz yummaya başlarlar. Artık haber falan da sunulmamaktadır, zira Baile televizyon düsturundan tamamen uzaklaşıp gerçeklerden bahsetmeye, hatta halkı sisteme karşı isyana çağıracak kadar ileri gitmektedir. Maden bulan şirket yöneticileri de işi büyütüp Baile'i bir şov yıldızı haline getirmeye karar verirler. İşin hoş tarafı Baile prodüksiyondan tamamen bağımsızdır, kendi dünyasında takılmakta, bütün günü halisünasyonlarla geçirip akşamki şovunda feveran dolu haykırışlarıyla bayılana kadar halka seslenmektedir. Devrimci gerillalardan politikacılara herkesi insanlıktan çıkaran televizyonun bütün iğrençliğini gözler önüne sermekte, şirketin aslında nasıl ve kimler tarafından yönetildiğini ifşa etmekten de geri kalmamaktadır. Artık sistem adına iyice tehlikeli hale gelen Baile, yüklendiği misyonu deli cesaretiyle her programda daha ileri boyutlara taşımakta, halka umut saçmaya başlamıştır. Ta ki şirketin sahibi Jensen kişisi onu huzurunda emredene kadar. Herif gökdeleninin tepesinde Baile'e öyle bir ortam sunar, öyle karanlık bir tablo çizer, öyle bir ağzına sıçar ki adamcağız kabuğundan çıkmış zihninin derinliklerindeki bütün ışığı yitirir. Aslında şahsen o sahneden sonra ben de ne varsa yitirdim. Baile gibi sindim bir köşeye. Sidney Lumet'nin klostrofobik sahneler yaratıp insanı buhranlara sürüklemekte ne kadar yetenekli olduğunu önceki derslerimizde işlemiştik, burada da Jensen konuşmasına önce perdeleri çekip dünyayı karanlığa boğarak başlıyor. Sonra o büyük masanın baş köşesine geçip bütün perspektif boyunca uzanan masa lambalarının ardındaki siyah boşluğun içerisinden bir tanrı gibi bütün kudretini sergilercesine insanlığın umutları üzerine çöküyor.

Bu korkunç deneyimden sonra Baile girdiği depresyondan kurtulamıyor, halkın karşısına bu şekilde çıktığında da insanlar ona olan ilgilerini yitirmeye başlıyorlar. Ratinglerin düşüşüne rağmen Baile'de yarattığı karamsar halet-i ruhiyeden gayet hoşnut olan Jensen programın devamını istiyor, bu da şirket yöneticilerinin Baile'den kurtulmak adına başka yollar aramasına yol açıyor. Sonunda da çözümü Baile'in canlı yayında vurularak öldürülmesinde buluyorlar. Bunu yapmak istemiyordum ama zaten huyumuzu bilip de buraya kadar okuduysanız filmi muhtemelen izlemiyceksinizdir. O yüzden gönül rahatlığıyla spoil ettim.

Bunu yazarken hiç bir şey çalmıyordu.


BUNA TIKLIYORSUN, YAZIYI OKUYORSUN►►►

Subject Two (2006)



Yönetmen: Philip Chidel
Senaryo : Philip Chidel
Oyuncular : Philip Chidel, Christian Oliver, Dean Stapleton ve iki kişi daha.

Kullanıcı Yorumları:
Yukarıda oyuncu adlarına ve sayısına dikkat ettin mi? Olay şudur:
Bir gün Philip arkadaşına "tavşan kardeş gel bir film çekelim" der. Tavşan bu ya, hiç altta kalır mı? Yapıştırır lafı : "hadi çekelim pihilip gardaş". Sonra ikisi beraber ayı kardeşe giderler ve "biz film çekiyoruz, sen de gelsene" derler. Sonra film olur o.

Şimdi sen gel figüranları migüranları toplam 5 (yazıyla beş)kişi ile film çek. Filmin tamamı bir orman evinde geçsin. Ne aksiyon, ne korku, ne romantizm olsun filmde. Hatta konusu bile gayet sığ olsun. Ama film hiç sıkıcı olmasın ve iki üç kere de izlenebilsin. İşte adam bunu yapmış. Önünde saygıynan eğilmek lazım gelir.

Spoiler spoilmez, bir tıp veya öyle bir şey öğrencisi internetten biriyle tanışır. Sonra yanına gider o adam da acayip bi deney yapar oğlanın üstünde çocuk ölümsüz olur. He bi de yolda bi daşnan tanışır eleman 2-3 dagga konuşurlar. Profesör vardı. Deney yapan adamın vurduğu adam vardı bir de. Etti beş. Ama orman çok hoş böyle bi atmosferi de var.

Yazan yöneten adam, film boyunca karın altında yatar sadece kafası dışarıda. Surat morarmış tabi ölünce. Filmin sonunda hortlar ve deney yapan adamı boğar film biter. Aslında hortlamaz, zaten ölmemiş o yüzden kalkar. İlk denek aslında buymuş hatta öbür herifin kendini tanıtırken kullandığı isim aslında bu herifinmiş. Boğulan adamı da ölümsüz yapar. Filmde üç ölümsüz iki de normal insan kaldı. Başrol oğlanı kızı aramaya gitti sanırım.

Spoiler diye başlayan yerden itibaren yazdığım kısım filmin orijinal senaryosudur. Bir nokta bile değiştirmedim.


BUNA TIKLIYORSUN, YAZIYI OKUYORSUN►►►